1 Aralık 2010 Çarşamba

Şukufe, Garfield'ın Dişi Modeliydi. Miskin, Tembel, Pasaklı, Balık Etli, Tüylü..

Üniversiteyi kazandım bende bi haller.. ilkin gittim koca camlı, pembe çerçeveli gözlüklerimi değiştirdim. böyle entellerin kullandığı cinsten yuvarlağa yakın, metal çerçeveli minik bi gözlük edindim kendime.
lisedeyken belime gelen bi anlık gafletle gidip kısa küt kesirdiğim ve lise daha bitmemişken bir daha da uzatmadığım o saçlarımı gidip kısacık erkek traşı yaptırmam olmuştu. kirpi gibi işte. onları bi de mavi siyaha boyuyordum her ay. her ay gökay abi'ye traş olmaya gidiyodum bi de istisnasız. Kadın Kuaförü kendisi yanlış anlaşılmasın. enseye doğru bi yerde saçkıran olmuşum gibi bi boşluk vardı çünkü kalın telleri yoluyordum her defasında. hiç sıkılmadan, şaşırmadan. Gökay Abi "yine yolmuşsun" diyordu. heeee diyodum. bu gelip gitmeler ayları buldu. Gökay Abi benim o saçları uzatamayacağıma emindi. bi gün o kadar emin söyledi ki "sen bu saçları hayatta uzatamazsın!" diye, beni gaza getirdi. bilinçaltıma sızıyo resmen lan, uzatırım uzatırım. uzatıcam ulan! diye ben hırs yaptım. nitekim şimdi uzunlar. neyse konu bu değil.
ben ilk yıl ingilizce hazırlık okudum, sonra birinci sınıfa geçtim. ilk iki yıl devletin yurdunda kaldım. odalar 6 kişilikti ve göt kadardı. ranzalar eski tip ve çok alçaktı. çoğunda üst kata çıkmak için merdiven bile yoktu. koca kıçlı arkadaşların üst kata çıkmak için nasıl debelendiğini bu gözler gördü. tarifi imkansız bi deneyim bu! götünün çatalını görürsün her keresinde arkadaşın. arada pırtt sökülüverir o eşofman altı. nedense her akşam cam kenarındaki ranzanın üst sakininde oturma yapılırdı. upuzun muhabbetler, hır gür şamata. bazen içeri gizlice alkol sokulur. süpermarketten cipsler, kolalar, çikolata ve kuruyemişler temin edilir, saat 12'den sonra gülmelerin yerini kıs kıs kikirdeşmeler alırdı. ya yandan ya da alt kattan rahatsız olanlar  kapıya dayanır, gıcık olanlar duvarları tekmelerdi. uyarı babında. uyarını yiyim! 

her ne hikmetse bizim oda yurttaki sayılı yaramaz odasaları arasında yerini aldı hep. bizden hep şikayet olurdu. gizlice elektikli su ısıtıcılar bununla yetinmeyip ocaklar alan bizim oda topluca disiplinlik olmuştuk. evlerimize uyarı mektupları gitmişti. yurdun giriş saatleri akşam 22:30'du fakat buna riayet etmekte çokça zorlanırdık biz nedense. hep on dakka, yarım saat sonra kapıda iki büklüm yurt giriş kartlarını göstererek içeri alınmayı beklerdik. yurt sorumlumuz bi bayandı. hakkını yemeyeyim çok çok iyi bi kadıncağızdı. gençti, güzel de sayılırdı. burda neden ömrünü tüketiyo diye aklım hiç bir zaman almadı. bizi topluca çok tölere etmişliği vardır Serap Hanım'ın, suçlarımızın üzerini örtmüşlüğü. yurt çıkışımızı alırken, bodrum katta bi depoda kilitli tutulan tencere, tabak, ısıtıcı ve bilimum ev eşyamızı kadın elleriyle geri verdi bize. 

Bi gün türkü barda kafaları bulmuş, halaylar çekmiş, kendimizden geçmişiz. saatin varlığından haberimiz yok. kırk dakkadan fazla  geç kamışız girişe. yurda kadar yürümekten vazgeçip, otobüse atlamayı uygun bulduk. önden bi arkadaş, arasından ben bindi oturgaçlı götürgeçe.. otobüs nerdeyse boş. çünkü son durak yurt. o kafayla hayal görüyorum sandım, koltukta biri bana pis pis gülümsüyo. gözlerimi netledikten sonra o kişinin yurt sorumlumuz Serap Hanım oduğunu gördüm. kızlar kah kah kih kih.. hatta biri "bizi içeri almayacaklar, o haa haa yine geç kaldık." diye yüzsüz yüzsüz konuşuyo. allah cezanı vermesin bi sussss! "iyi akşamlar Serap Hanım" dedim, sessizce ilk bulduğum yere çömdüm. kızlar bendeki sessizliği çözmeye çalışıyo, itip kakıyolar beni, salak saçma espri patlatıyolar benden de maymunluk görmeye alışmışlar, bu duruma anlam veremiyolar. dişlerimi açmadan, dudaklarımın arasından "kızım Serap Hanım burdaaa" dedim. kızlardan çıt çıkmıyo, dondu kaldılar.kadın ne yaptı biliyo musun? bizimle birlikte yurda girdi. kapıdaki görevliye de "kızlar benimle beraberdi" dedi. bizi orda da korudu yani. bahçeye girince hepimiz elini ayağını öpücez kadının nerdeyse. hepimiz teşekkür, sağol kelimesini sayıklıyoruz. O ise "sizinle sonra görüşücez kızlar." dedi ve önden yürüdü gitti. sınırı aşmamıza hiç müsaade etmedi.

altı kız bi odada kalmak epey zordu tahmin edersin. ben genelde alt ranzada yatmayı uygun bulurdum. üst ranzalarda sürekli biri gelip bacaklarını yayarak otururdu çünkü. benim gibi düzen manyağı, takıntılı bi hatun da bundan epey rahatsızlık duyacağından ben paşa paşa alt katta yatarm. kimse ile dalaşmam abi, modunda yatardım işte alt ranzada. ilk sene akıllara zarar bi oda arkadaşım vardı. benim ranzaya bitişik diğer ranzanın üst katında yatardı kendisi. ismi -mesela- Şukufe. Egeliydi, bi köyde büyümüş, oradan üniversiteyi okumaya gelmişti.

Şukufe, Garfield'ın dişi modeliydi. miskin, tembel, pasaklı, balık etli ve tüylü. duş alması yarım saati bulurdu. göğüslerine kadar uzanan siyah saçları vardı, cansız. odaya gelir yarım saate onları mavi havlusuna tarar, sonra gider lavaboda onları yarım saate kurular. kapıyı biri bi anda açıp girmesin diye, mavi bornozu ile kapıya yaslanır. çıplak bedenini siper ederdi kapıya yani.iç çamaşırını dahi orada giyinirdi. girecek olana her zaman öfkeli öfkeli söylenirdi. oda benim değil miii lan! vücudunu bizden saklamak isterdi hep. göğüs arasında kılları vardı. ayaklarının üzerinde.. 

ya bunlar allahın işi. kendi tercihi değil tabii ki. asıl konu şukufe'nin pasaklılığı ile tüm odayı illallah ettirmesiydi. dersten gelir, pijamalarını takar kıçına, geçer yatağının üzerine. mutlaka çok yumuşamış, artık patlatınca ağza göze yapışan cinsten bi beyaz sakızı olurdu ağzında. cak cak cak gece yarılarına kadar o şeyi çiğnerdi, patlatırdı. benim en uyuz olduğum şeylerin başında gelir sakız patlatılması, sesli çiğnenmesi. böyle enseye elini koyar, cama doğru döner uzun uzun düşünürdü. efkarlı da değil, boş boş. gözleri amaçsız bakardı ya da umursamaz. dünya sikinde değil dersin yani yüzüne bakınca. en ufak espriye acayip gülerdi. bazen gözleri gülmekten dolu dolu olurdu. "ay bayılıyorum kız Heidi sanaa!" diye tutar öperdi beni.

bazen de geçer ranzanın tepesine, gün boyu havasız mapus kalmış ayakları ile oynardı. parmak aralarındaki pislikleri tek tek elcağızları ile temizler, onları parmak uçlarında yuvarlar, bi fiske ile odanın ortasına savururdu. kızlarla birbirimize bakardık. tiksinçççç!! Kızlardan Avarel her defasında öğğ öğğ diye, boğulacak olurdu. sonra akşam yemeğinde falan masada hepimiz bişeyler yiyeceksek, gelip domates falan doğramak isterdi. "yok sen zahmet etmeee, biz yaparızzz. ölümü görr!" arada beni sevmek isterdi. benim o erkek traşlı kirpi kafamı ellerinin arasına alır, mıncıklardı. yanaklarımı alır böyle sağa sola bükerdi. "ııhhhh!!" anlamazdı. beni severken sanki bi ufaklığı seviyo gibi davranırdı. "allahh yine başladı seromoniii!" diye küfrederdim içimden. odada kimseyle geçinemezdi. ikimiz yalnızken bi gün odada  "bi tek sen benimle dalga geçmiyosun, beni dinliyosun" demişti, hüngür hüngür ağlamıştı. uyuz olduğum o sigarayı yakmıştı üzerine. o haldeyken sesimi çıkaramamıştım yine. içsin içi açılsın bari dedim, üzerime sinen o berbat kokuya yine boyun eğdim. 

O ara Ahmet Altan'ın tüm kitaplarını hatmediyorum ben. Şukufe de istiyo okumak için. ben okuduktan sonra vermeye özen gösteriyorum kitaplarımı O'na. sayfa aralarında ayak pisliği falan denk gelicek diye ödüm çıkıyo. hayır bi de kitaba kaptırdığında eli de burnuyla bi haşır neşir oluyordu ki sorma gitsin. artık o kadar olur! dersin kızın G noktası orası. birazdan zevkten çıldırıp, saçını başını yolacak. çok sevdiğim kitaplarla gece koyun koyuna yatıyorum, "korkma bişey olmayacak sana" diye teselli ediyorum her bir yaprağı.

okulun ikinci senesi Şukufe ile kalmak istemedi bizim kızlar. Hepimiz isim yazdırdık yurt sorumlusu Serap Hanım'a, beraber kalmak istediğimize dair. sonra zaten odadan 3 kız bi eve çıkıp, yurttan ayrıldık. Şukufe bizden büyüktü hiç evde kalmamış, hep yurtta yaşamıştı. okulu bitince köyüne geri döndü diye duyduk. Şimdi ne yapıyor diye çok merak ediyorum. İnsan gün gelip pisliği bile özlüyor demek ki.. Bu da benim anlamsızlığım olsun.





Hiç yorum yok: